EditördenUmut

Umutlar ve Tekrarlar Üzerine Birkaç Fikir: Yeni-İlerici Siyasette Şablonlar

Nimbus’a yeniden yazıyor olmak, evimizin kapılarını aylar sonra yeniden açması ve belki de Nimbus’taki ısrarımız; sanırım bütün heyecanıyla umut tartışmasının tam ortasında yer alan kocaman bir olay benim için. Dolayısıyla başlamadan önce, yayınladığımız son yazıdan bugüne dek geçen 5 ayda neler yaptığımızdan bahsetmek zorundayım. Önemli gelişmelerden biri, hep ihtiyacını duyduğumuz Nimbus’u daha iyi tanımlama görevini – en azından şimdilik – başarıyla yerine getirmiş olmamızdı. Nimbus’u daha önce de çokça vurguladığımız, hatta bir dosyamıza konu edindiğim protesto kavramının çerçevesine daha iyi oturacak şekilde bir yolculuk anlatısı olarak açıkladık, “Bir Protesto Hikayesi ya da Yolun Başından Bir Not” başlığının altındaki cüretkar birkaç cümleyle birlikte. Ayrıca buradaki yaratımımız adına dinlenerek belki de demlenerek geçirdiğimiz süre zarfında, birkaç yeni yazar dostumuz da aramıza katıldı; bir kısmıyla bu Ocak ayı içinde, bir kısmıyla takip eden aylarda tanışmanızı umuyoruz. Bir de tabi ki, Nimbus’un yayın çerçevesini – niteliğini aynen koruyarak – genişletmek için çeşitli fikirler üzerinde çalışmayı sürdürdüğümüzü, vaktimiz ve enerjimiz yettiğince bu fikirleri de hayata geçirmek için çalıştığımızı belirtelim.

****

Umuttan ne anlamalı ya da daha basit haliyle, biz ne anlıyoruz umuttan? Aslında bizdeki pek çok soyutlama anında da olduğu gibi, Türk Dil Kurumu kolaycılık ediyor ve “olması beklenilen veya olacağı düşünülen şey1Türk Dil Kurumu, “umut araması”, Erişim tarihi: 14.12.2021, https://sozluk.gov.tr/ demekle yetiniyor. Aslında bu teknik olarak doğru, teorik olarak oldukça eksik bir tanım; nitekim Eski Türkçe “um-“ eylemi “beklemeyi, yalvararak istemeyi2Nişanyan Sözlük, “ummak”, Erişim tarihi: 14.12.2021, https://www.nisanyansozluk.com/?k=ummak karşılıyor. Bu semavi referans, temelde bizim ve civarımızdaki toplumların gündelik yaşamını epeyce şekillendiren iktidar biçiminin iyi göstergelerinden biri: Beklemenin rızası, bir çeşit lütfetmeyle yaratılıyor. Yakın çevremizden Batı’ya yönelince de bambaşka bir izleğe rastlanmıyoruz: Oxford, “hope” sözcüğünü (eylemini) “bir şeyin gerçekleşmesini istemek ve bunun mümkün olduğunu düşünmek3Oxford Learner’s Dictionaries, “hope_1 verb”, Erişim tarihi: 14.12.2021, https://www.oxfordlearnersdictionaries.com/definition/english/hope_1?q=hope olarak tanımlıyor.

Tanrısal olanın iktidarından ilahi rasyonele giderken değiştirdiğimiz şeyin yalnızca biçimsel olduğunu, umudu bir toplumsal fenomen olarak inşa etme ve ona – tabi ki eşzamanlı olarak onunla – rıza yaratmanın, özde birbiriyle örtüşen şablonlarla gerçekleştiğini düşünüyorum. Merriam-Webster, bu şablonları örtülü de olsa katıştıran görece sanatlı bir tanım getiriyor ummaya: “Bir arzuyu beklentiyle beslemek4Merriam-Webster, “hope”, Erişim tarihi: 14.12.2021, https://www.merriam-webster.com/dictionary/hope. Bizim adına umut dediğimiz şey de kendini bu fikirlerle tanımlıyor; bir arzunun/beklentinin mutlak varlığından ve ona eşlik eden bir rıza sürecinden bahsediyoruz. Öyleyse belki de Nietzsche tanrıyı öldürürken bir umma süpernovası yaşanmıştır ve umut, saçılan tozlardandır.

****

Bu yazıyı Sera Kadıgil’in TBMM’deki görkemli konuşmasının hemen ertesinde yazıyor olmak ve buradaki umut tartışmasını siyasal iklimle göbekten bağlama fırsatı, benim adıma harika bir tesadüf oldu açıkçası. Kadıgil, bütçe görüşmelerinde yaptığı konuşmaya Türkiye’deki ekonomi, kadına yönelik şiddet, geleceksizlik, güvencesizlik gibi yıldırıcı başlıkları vurguladığı cümlelerle başlarken “Sahi, böyle bir ülke için hala umut var mı” diye soruyordu. TİP vekili hiç tereddütsüz “Var kardeşim!” cevabını buldu. Hemen ardına da pek çoğumuzun direnç noktası olarak sarıldığı ya da en azından bir direnç illüzyonu yaratmada pek çoğumuzu umutlandıran bazı örnekleri; Havva Ana’yı, Lisa’yı, Mısra Öz’ü, Cumartesi İnsanları’nı, Emel Korkmaz’ı ve dahasını sıralayarak bu tokat gibi cevabı temellendiriyor; sözlerini “Bu ülkenin iyi insanları, güzel insanları, dürüst insanları; sanmayın ki yalnız kaldık. 20 yıldır şu umudu söküp atamadılar ya içimizden, bilin ki çoktan biz kazandık. Çünkü biz varsak inat var, İnat varsa umut var!” diyerek sonlandırıyordu. Sahiden var mıydı umut? 20 yıldır olduğu yerde, içimizde, duruyor muydu?

Düzen siyaseti – düzen-dışı siyaset gibi Türkiye özelinde solu kısırlaştırıcı bir çekişmenin içine ittiğine inandığım tartışmadan kaçınmaya özen göstererek; Türkiye İşçi Partisi’nin yaratmaya çalıştığı siyaset biçiminde, bu arayışı sahiplenmenin pratik gereğini kabul şerhi koyarak, umut şablonlarını tartışmaya açmak gerektiğine inanıyorum. Elbette, kendisinden sonraki pek çok meselede olduğu gibi, izini sürdüğümüz şablonlarda da Gezi Direnişi’yle ilham ilişkisi içinde olan toplumsal dinamikler toplamını da bir yaratıcı mekanizma olarak not etmek gerekiyor. Dolayısıyla tartışmamız doğası gereği, bir bakıma Türkiye’deki yeni-ilerici siyaset biçimine genişleme niteliğini de taşıyor.

Konjonktür Meselesi ve Bazı Anahtar Kavramlar

Türkiye İşçi Partisi’nin yeniden örgütlendiği dönem, Türkiye’de toplumsal dinamizmin – bileşenlerinin bazıları halen reddetse de – bir çeşit yenilen buhranına tutulduğu, seçim ve savaş gibi siyasal anlamdaki kilitleyici iki mefhumun baskısıyla gelişen atmosferik bir yorgunluğu taşıyor; bunlar tarihsel olarak kapitalist iktidar ilişkilenmesine ve özel olarak politik sürüklenmedeki AKP rejimine sarılacak kuvvetli bir direnç noktasını yeniden yaratıyordu. Siyasal iktidar, post-Gezi güvenlik rejiminin 3 yıl gibi çok kısa bir tarihsel parantezinde iki sarsıcı hadiseyi (bunlar darbe girişimi ile 2015 katliamlarıdır) aygıtlaştırma fırsatını harika değerlendirmiş, pratik siyaseti kusursuza yakın biçimde kontrolü altına almayı başarmıştı. Türkiye’de toplumsal muhalefetin ön cephesi olagelmiş, pratikteki gücünü çoktan yitirmişse de tarihselliğini hala bir tehdit olarak var edebilen üniversite, Barış Akademisyenleri süreci ve rektör atamalarını Cumhurbaşkanlığı inisiyatifine bırakan 676 sayılı KHK5Başbakanlık Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürlüğü, Resmi Gazete Sayı: 29872, Erişim tarihi: 01.01.2021, https://www.resmigazete.gov.tr/eskiler/2016/10/20161029-5.htm ile yeniden yapılandırılarak tarihsel varlığının iki önemli kaynağını yitiriyordu. Olan bitenden biraz daha geride Gezi Direnişi – pratikte kazanımları ve kayıpları üzerindeki tartışma saklı tutularak – içinden yalnızca Birleşik Haziran Hareketi gibi “verimsiz” bir teorik uzantıyı çıkarabilirken; o günlerde sıkça “toplumsal muhalefet” yakıştırmasıyla andığımız kitlesellik, bir çeşit paradigma kriziyle sönümleniyordu.

Aslında Birleşik Haziran Hareketi deneyimi, sonuçları ve bizim tartışmamıza da konu olan yeni-ilerici siyasetin belirleyici niteliklerinden bazılarına kaynaklık etmesi itibariyle önemlidir. Bazı hatırlatıcı kaynaklar için bkz. İleri Okuma

Türkiye İşçi Partisi, böylesi bir siyasal konjonktürün merkezinde, bu tartışmaların tümünden oldukça görünür izler taşıyarak örgütlenmiş, 1961 TİP’inin tarihsel mirasını sahiplenerek Türkiye’de kapsayıcı ve proaktif bir sol siyaset iddiasıyla kurulmuştu. Temelde buradaki kapsayıcılık ve proaktivite fikirleri, Gezi Direnişi’nin ağzımıza çaldığı baldan damıtılan, kitlelerin yeniden politize ve mobilize edilmesine duyulan güvenin eşlik ettiği inatçı bir iyimserlikle birlikte gelişmişti. Nitekim Halkın Türkiye Komünist Partisi’nden Türkiye İşçi Partisi’ne geçiş süreciyle de facto lağvedilen Birleşik Haziran Hareketi de çok benzer iki nosyonla şekillenmişti. Bu bakımdan tartışmamızın temel hatlarından birinde, TİP’in zamanın ruhundan ziyadesiyle pay alan, dolayısıyla Gezi-sonrası çağın yeni-ilerici siyasetinin nitelikleriyle aynı anda yaratıcı ve etkilenici ilişkisine girdiği tespit edilebilir.

İşçi sınıfı ile ilerici ve özgürlükçü toplum kesimlerinin ortak mücadelesine dayanan Devrimci Cumhuriyet yaklaşımı, TİP’in sosyalist devrim yürüyüşünü güçlendirecek, sosyalizmin ülke ölçeğinde kitleselleşmesini sağlayacak ve siyasal iktidarın ele geçirilmesini işçi sınıfının ve halkın gündemine sokacaktır.6Türkiye İşçi Partisi, Devrim Programı: SARAY REJİMİ’NE KARŞI DEVRİMCİ CUMHURİYET CEPHESİ, Erişim tarihi: 01.01.2021, https://tip.org.tr/program/

Bu nitelikleriyle partinin program düzeyinde ilerici ve özgürlükçü toplum kesimlerine, işçi sınıfıyla birlikte öncülük payesini vermesi, tarihsel olarak da somut koşullar itibariyle de şaşırtıcı değildir. Nitekim mirası sahiplenilen 1961 TİP’i de benzer bir şematik öncülüğü, bu kez ilerici ve özgürlükçü kitlelerle değil toplumcu, Atatürkçü aydınlarla ve gençlerle paylaşır: “İşçi sınıfımız, bu partiyi kurmakla, toplumcu, Atatürkçü aydınlara, gençlere ve emeğiyle yaşayan bütün yurttaşlara kendi öz siyasi kuruluşları içinde toplanmak imkanlarını açmış ve o güne kadar birbirinden ayrı kalmış emekçi halk kitleleriyle toplumcu aydınların iş ve kader birliği etmelerine fırsat vermiştir.”7TÜSTAV Kütüphanesi, Türkiye İşçi Partisi Programı 1964, s. 51, Erişim tarihi: 01.01.2021, https://www.tustav.org/yayinlar/kutuphane/TIP-kutuphanesi/TIP_Programi_1964.pdf Burada sembolizm düzeyinde, iki partinin kesimler temsili niteliğiyle de örtüşen pratiklerine dikkat çekmek gerekir. 1960’ların yazar, müzisyen, gazeteci, oyuncu gibi kitlelere dönük hesaplı örgütlenme dinamiği, yeni TİP tarafından meclis siyaseti özelinde gazeteci Ahmet Şık ile tiyatrocu Barış Atay’ın gösterge gücünün kullanmasıyla sahiplenilmiş, son olarak gençlik ve hak-temelli kadın siyaseti için benzer bir gösterge gücünü taşıyan Sera Kadıgil’in katılımıyla sürdürülmüştür.

Umut Tartışması ve Tekrarlara Dair Kısa Bir Sonuç

Başlarken umut etrafında kurmaya çalıştığımız kavramsal çerçevenin bir olumsuzlama değil uzaklaşma ve kavramın sıkıştığı alanları tartışmaya açma çabası olduğunu hatırlatarak, Sera Kadıgil’in “yankı uyandıran” meclis konuşmasına dönelim. Umut 20 yıldır (hadi biz bunu yeni TİP’in tarihsel öncülüne genişletelim: 60 yıldır) içimizdeki yerinde duruyor mu? Bu sorunun sahici bir cevabı yok; üstelik bu soyut/teorik düzlemde sahici karşılığı olan bir söylem de değil, özünde 2017’de Türkiye İşçi Partisi’ni yaratan pratik koşulların aynı ölçüde pratik sonuçlarından biri: Gezi-sonrası siyasetin kurucu nitelikleriyle bütünüyle örtüşüyor. Yeni-ilerici siyaset, bizim tartışmaya çalıştığımız TİP’in ilerici ve özgürlükçü toplum kesimleri kavramında ifade bulan Gramsciyen mevzi savaşını sahiplenerek ivedi bir çıkış yolu arıyor.

Türkiye’de ilerici kitleler adına Gezi Direnişi’ni takip eden siyasal darboğazı aşmanın, tarihsel olduğu kadar gündelik toplumsal yaşam için de kritik anahtarlardan biri olduğu açık. Sıkça vurgu yaptığımız nefes alınacak alanların genişlemesi için yollardan biri, söz konusu yeni-ilerici siyasetin güçlendirilmesi olabilir; tam da bu nedenle bu darboğazın yarattığı siyasal dönüşümler ve arayışların yakından takibi, bu takibe bütünlüklü bir eleştirelliğin eşlik etmesi bir tür tarihsel sorumluluk. Yukarıda tartışmaya çalıştığımız üzere, benzer şablonlarla örgütlenen Birleşik Haziran Hareketi – gerekçeleri başka bir tartışmanın konusu olsa da – kriz anlarının hiçbirinde böyle bir “lükse” sahip değildi. Fakat tarihin geriye akmayacağı ön kabulünden hareketle, artık adını umut siyaseti koyabileceğimiz siyaset yapma biçimine, umudun kavramsal tıkanıkları özelinde bir eleştirel sürecin – tabi ki içeriden ve dışarıdan – sürdürülmesi gerektiğine inanıyorum. Burada düşülmesi zorunlu olan bir şerh de Türkiye İşçi Partisi’nin her şeye rağmen, Türkiye’de kitlelerce tartışılmaya değecek bir umut noktasını yaratabilmiş olması elbette.

Hadi partinin de çok sevdiği bir Dickens alıntısıyla bitirelim: Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü.

 

Bu yazıya referans verin: Kerim Can Kara (2 Ocak 2022), "Umutlar ve Tekrarlar Üzerine Birkaç Fikir: Yeni-İlerici Siyasette Şablonlar", Nimbus, Erişim tarihi: 26 Eylül 2023, http://nimbuskultursanat.com/umut/umutlar-ve-tekrarlar-uzerine-birkac-fikir-yeni-ilerici-siyasette-sablonlar/.

İLERİ OKUMA
Referanslar
 

Selam 👋
Seni Nimbus'ta gördüğümüze çok sevindik!

Nimbus'ta yayınladığımız içerikleri düzenli aralıklarla posta kutunda görmek istersen, formu doldurabilirsin.

İstenmeyen posta göndermiyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun.

Kerim Can Kara
Editör. ODTÜ'de Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi yüksek lisans öğrencisi. TOBB ETÜ'den Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler mezunu. Mareliber'de emekçi.

Yorum Yapın