TarihTomurcuk

Bir Meşruiyet Aygıtı Olarak Hristiyanlığın Doğuşu ve Gelişimi

Meşruiyet kavramı, siyasal açıdan değerlendirildiğinde egemen iktidara rıza gösterme ve rızanın kabulü anlamına gelir. Bu açıdan meşruiyet, yönetimin dayanaklarının değerlendirilmesinde gündeme gelmiş bir kavramdır. Meşruiyet sorunu, siyasal anlamda iktidarın kendisini ve eylemlerini topluma kabul ettirme sorunudur. Siyasal iktidar toplumsal rızaya dönüşmek ve bunu yeniden üretmek zorundadır. Aksi takdirde iktidarın zoru, terörü, müdahalesi, şiddeti ve yasasının ifade ettiği şey zulüm olacaktır. Dolayısıyla meşrutiyetten bağımsız bir iktidardan bahsedilemez. Çünkü ancak meşruluğu kabul edilen iktidarlara rıza gösterilir.

Bu çalışmada, özellikle Yahudi kavimleri üzerinde meşruiyetini kaybeden Roma’nın, İsa’nın öğretileri ile başta Yahudiler olmak üzere, koca bir imparatorlukta bütün yoksulların ve ezilenlerin Roma’ya tekrar rıza gösterme sürecini nasıl tesis ettiğini inceleyeceğiz. İsa’nın öğretileri ve Pavlus’un çizeceği Hristiyan şeriatı ile hem Roma’ya yeni bir meşruiyet alanı yaratılmış, hem de Hristiyanlığın semavi dinler arasındaki yüksek konumunu elde edeceği günlerin temeli atılmıştır. Bu süreçte Hristiyanlık Roma için bir meşruiyet aygıtı işlevi görmüştür: Roma olmasaydı Hristiyanlık bu kadar büyüyemezdi ve Hristiyanlık olmasaydı Roma bu denli meşru bir iktidar olamazdı.

İsa öncesi Yahudi kavimlerinin durumu

Roma’nın farklı bölgelerinde Yahudiler, belli bir özerklik çerçevesinde yaşamaktaydılar. İmparatorluğun tümünde putlara tapmaktan ve krallık ritüellerinden muaf oldukları gibi, kutsal Sept günleri de onlar için tatil kabul ediliyordu. Yahudilerin çoğunlukta olduğu Yahudiye’de ve Kudüs’te bir tür özyönetim modeli uygulanıyordu. Kudüs’te önderlik, babadan oğula geçen baş rahipliğin elindeydi. Baş rahip ve kent meclisi, bölgeyi atalarından kaldığı kabul edilen geleneksel yasalarla yönetiyordu. Hatta kendi yasalarını zaman zaman bölgenin Yahudi olmayan halklarına da uygulamasına göz yumulduğu anlaşılmaktadır. Fakat bu dönem, Yahudiye’de patlak veren oldukça karmaşık bir iç savaşa Romalı komutan Pompeius’un müdahalesi ile son bulacaktır. Pompeius 63 yılında üç aylık bir kuşatmanın ardından Kudüs’ü zapt edecek ve daha da önemlisi – Yahudi inanç dünyasında travmatik bir iz bırakacak biçimde – yalnızca Yahudi baş rahiplerinin girebildiği kutsal iç kısma girecektir. Artık Yahudiye hiçbir özerkliğe sahip olmadan 700 yıl boyunca boyunduruğunda kalacağı Roma’nın sınırlarına dahil olmuştur. Bu işgalle birlikte katı Yahudi siyasal yapıları tümüyle yıkılmıştır. Artık Roma için Yahudilerin ve Yahudiye’nin hiçbir özelliği yoktur ve burası diğer bölgeler gibi idare edilecektir. Bundan sonra Yahudiler için Roma meşru bir idare değil, ceberut bir kuvvet anlamına gelecek ve 135 yılına kadar aralıklarla sürecek Yahudi-Roma savaşları başlayacaktır.

Olayların ardından Yahudi dünyasında bağımsız bir devlet kurma umutları artmış ve kavme vaat edilen kurtarıcı “Mesih” fikri zirveye ulaşmıştır. Bu siyasal ortam içerisinde Yahudiliğin 4 ayrı biçimi aslında İsa’nın nasıl bir öğreti oluşturması gerektiğini şekillendirmiştir. Bunların ilki Roma egemenliğine girmeden önce Yahudiye’nin yönetiminde olan ve baş rahiplik makamına sahip olan Saddukilerdi. Saddukiler, yönetimdeki ayrıcalıklarını yitirdikten sonra Roma yönetimi ile iş birliğine gitmişlerdi ve Yahudi şeriatının yazılı olduğu haliyle katı bir biçimde uygulanmasını savunuyorlardı. Saddukilerin karşısında ise sözlü geleneği savunan ve Hristiyanlığa da daha yakın olan Ferisiler vardı. Ferisilerin içinden çıkan Zelotlar ise Roma’ya karşı radikal bir duruş sergiliyorlardı. Vergi verilmesine bile karşı çıkıyorlar ve açık bir Yahudi milliyetçiliğini temsil ediyorlardı. Son olarak Essen mezhebi ise “Kurtarıcı Tanrı” fikrine dayalı manastır örgütlenmeleri ile ayakta duruyordu. “Özetle İsa iş birlikçi ruhban Saddukilere karşı tepki duyulan ve Yahudiler içerisinde en yaygın olan Ferisilerin ruhun ölümsüzlüğü inancıyla sarılıp sarmalanan, Zelotların isyankâr tutumlarıyla beslenen, Esenlilerin bedenlenmiş bir Tanrı-kral, Mesih düşüncesiyle aşılanan bir siyasal ortamda, Vaftizci Yahya’nın müjdesiyle belirdi.” 1Ağaoğulları, Mehmet Ali, Sokrates’ten Jakobenler’e Batı’da Siyasal Düşünceler, İstanbul: İletişim Yayınları, 2015.

İsa’nın ortaya çıkışı ve “yeryüzündeki meşruiyeti gökyüzüne çıkarması”

Bir Roma dini olarak diğer topluluklara açılmadan evvel İsa’nın öğretisi öncelikle ve özellikle Yahudi kavimlerine yönelikti. İsa, öğretisini yaymaya başladığı ilk andan itibaren Yahudi aristokrasisine karşı devrimci bir kuvvet olarak çıkmış bir Yahudi idi. Nitekim İsa’yı çarmıha geren Roma yöneticisi Pontius Pilatus olsa da ölümünün sorumlusu onu yakalayan ve idamında ısrar eden Sadduki liderleri oldu.

Kenanlı bir kadın İsa’ya gelip ‘Ya Rab (…) Kızım cine tutsak, çok kötü durumda,’ diye feryat etti. İsa, ‘Ben yalnız İsrail halkının kaybolmuş koyunlarına gönderildim,’ diye cevap verdi. Kadın ise (…) ‘Ya Rab, bana yardım et,’ diyerek O’nun önünde yere kapandı. İsa ona, ‘Çocukların ekmeğini alıp köpeklere atmak doğru değildir’ dedi. Kadın, ‘Haklısın Rab,’ dedi ama ‘Köpekler de efendilerinin sofrasından düşen kırıntıları yer.’ O zaman İsa ona şu karşılığı verdi: ‘Ey kadın, imanın büyük! Sana dilediğin gibi olsun.’ Ve kadının kızı o saatte iyileştin. (Matta, 15:22-28)

İsa’nın yarattığı tehlike esasında meşruiyetin kaynağı olarak başka bir dünyayı işaret etmesinden geliyor. Roma’da hâkim olan ve Stoacı düşüncelerle beslenen toplumsal/siyasal meşruiyetin kaynağı, yeryüzünü ve kısmen de olsa toplumu işaret ediyordu. Bu zamana kadar yazılı yasayı savunan Saddukiler bu düşünce üzerinden örgütlenmiş ve aristokrasisini inşa etmişti. Fakat artan hoşnutsuzluk ve Yahudi isyanları artık Saddukilerin kendi milletlerini idare etmesinde olumsuz bir atmosfer yaratıyor, kısacası rızanın yeniden üretimini engelliyordu. Saddukilerin üretimde çektikleri bu kabızlığın fitili ise İsa’nın öğretisi oldu.

İsa, ‘Benim krallığım bu dünyadan değildir,’ diye karşılık verdi. [Sen Yahudilerin kralı mısın? sorusu üzerine] ‘Krallığım bu dünyadan olsaydı, yandaşlarım Yahudilere teslim edilmemem için savaşırlardı. Oysa benim krallığım buradan değildir. (Yuhanna, 18:36).

İsa’nın ortaya attığı iki dünya fikriyle beraber yoksul ve ezilen kesimlere “önemli olanın göklerin krallığı olduğu” fikri aşılanıyor ve yazılı Yahudi şeriatı parçalanıyorken, hiçbir şekilde Yahudi aristokrasisi ile fiili bir çatışmaya girilmiyordu. İsa, iki dünya fikrini özenle öne çıkararak hem Saddukilerin rıza üretimindeki sorunlarına daha da hasar veriyor, hem de bu dünyanın işlerine karışmadığını belirterek Roma iktidarı ile doğrudan bir çatışmaya girmekten kaçınıyordu.

Ferisiler (…) İsa’yı kendi söyleyeceği sözlerle tuzağa düşürmek amacıyla bir düzen kurdular. (…) [ve ona sordular] ‘Söyle bize, Sezar’a vergi vermek Kutsal Yasa’ya uygun mu, değil mi?’ İsa ise onların kötü niyetlerini bildiğinden, ‘Ey iki yüzlüler!’ dedi, ‘Beni neden sınıyorsunuz? Vergi ödemekte kullandığınız parayı gösterin bana!’ O’na bir dinar getirdiler. İsa onlara ‘Bu resim, bu yazı kimin?’ diye sordu. ‘Sezar’ın,’ dediler. O zaman İsa onlara, ‘Öyleyse Sezar’ın hakkını Sezar’a, Tann’nın hakkını da Tann’ya verin,’ dedi. (Matta, 22:15-22)

Kalabalığın içinden biri İsa’ya, “Öğretmenim, kardeşime söyle de mirası benimle paylaşsın,” dedi. İsa ona şöyle dedi: “Behey adam! Kim beni üzerinizde yargıç ya da hakem yaptı?” (Luha, 12:13- 14).

Tann, Oğlunu dünyayı yargılamak için dünyaya göndermedi, dünya O’nun aracılığıyla kurtulsun diye gönderdi. O’na iman eden yargılanmaz, iman etmeyen ise zaten yargılanmıştır. (Yuhanna, 3:17-18)

İsa’nın bu soyutlayıcı yaklaşımından, dünyanın mevcut haline karşı etkin devrimci bir tutum çıkartmak ya da İsa’nın bir tür itaatsizliğe çağrı yaptığı gibi bir sonuca ulaşmak için acele etmemek gerekir. [Aynı zamanda dikkatli olunması gereken bir diğer yan şudur: iki ayrı dünyanın arasına mesafe konulması ve bu dünyanın kirinden pasından uzak kalmak üzere dünyaya bulaşmama hali; İsa’nın bu dünya ile Göksel Krallık’ın ya da Baba’nın bağını tümüyle kestiği, dolayısıyla yaydığı mesajın dünyanın mevcut haline bir müdahale olmadığı anlamına kesinlikle gelmemektedir.] Mesaj bu konuda son derece açıktır:

(Pilatus’un kendisini salıvermeye de çarmıha germeye de yetkisi olduğunu hatırlatması üzerine) İsa, ‘Sana gökten verilmemiş olsaydı, benim üzerimde hiçbir yetkin olmazdı,’ diye karşılık verdi. (Yuhanna, 19:11).

O halde İsa, yeryüzünde kendisini otorite ya da yargılayıcı güç olarak kuranın, bu gücünü ya da iktidarını Tanrı’dan aldığını iddia etmektedir. Ancak Tanrı’dan kaynaklanan otorite Tanrı için kullanılmamıştır; Tanrı’nın yoluna gidileceğine, dünya nimetlerinin, “paranın” peşine düşülmüştür. Bu andan itibaren İsa sözünü sakınmadan söylemeye girişir ve iki dünya soyutlamasının tehdit edici, potansiyel devrimci yanı ve bu bağlamda yoksullara, ezilenlere çekici gelen yönü de belirginleşmeye başlar:

İsa, öğrencilerine, ‘Size doğrusunu söyleyeyim’ dedi, ‘zengin bir kişinin Göklerin Egemenliğine girmesi güç olacak. Yine şunu söyleyeyim ki, devenin iğne deliğinden geçmesi, zenginin Tanrı Egemenliğine girmesinden daha kolaydır. (Matta, 19:23-24)

Bu dünyada “Kendini yücelten herkes alçaltılacak, kendini alçaltan yüceltilecektir” (Luka, 14:11). Kimlerdir kendini alçaltanlar ve yükseltilecek olanlar? İsa’nın yanıtı açıktır: “Ne mutlu ruhta yoksul olanlara! Göklerin Egemenliği onlarındır. Ne mutlu yaslı olanlara! Onlar teselli edilecekler. (…) Ne Mutlu yüreği temiz olanlara! Onlar Tanrı’yı görecekler. (…) Ne mutlu doğruluk uğruna zulüm görenlere! Göklerin Egemenliği onlarındır” (Matta, 5: 3-10)

“Kardeşlerim, yüce Rabbimiz İsa Mesih’e iman edenler olarak insanlar arasında aynın yapmayın. (…) Tanrı, bu dünyada yoksul olanları imanda zengin olmak ve kendisini sevenlere vaat ettiği egemenliğin mirasçıları olarak seçmedi mi? (…) Sizi sömüren zenginler değil mi? Sizi mahkemelere sürükleyen onlar değil mi?” (Yakup, 2: 1-7). Bu yaklaşım hâkim sınıflar için potansiyel olarak devrimci bir tehdit oluştursa da fiili bir tehdit oluşturmaktan, açık bir itaatsizlik çağrısından çok uzaktır. Çünkü bir yandan hâkim sınıflar uyarılmakta ama öbür yandan mevcut eşitsizliğin telafisi Göksel Krallık’a gönderilmektedir.

*Kapak resmi: Lamentation (Ağıt) – Giotto di Bondone

 

Bu yazıya referans verin: Selim Cankara (9 Temmuz 2020), "Bir Meşruiyet Aygıtı Olarak Hristiyanlığın Doğuşu ve Gelişimi", Nimbus, Erişim tarihi: 7 Aralık 2023, http://nimbuskultursanat.com/tomurcuk/bir-mesruiyet-aygiti-olarak-hristiyanligin-dogusu-ve-gelisimi/.
Referanslar
  • Ağaoğulları, Mehmet Ali, Sokrates’ten Jakobenler’e Batı’da Siyasal Düşünceler, İstanbul: İletişim Yayınları, 2015.
  • Gramsci, Antonio, Hapishane Defterleri Cilt 1, Ekici, Ekrem (çev.) İstanbul: Kalkedon Yayınları, 2011.
 

Selam 👋
Seni Nimbus'ta gördüğümüze çok sevindik!

Nimbus'ta yayınladığımız içerikleri düzenli aralıklarla posta kutunda görmek istersen, formu doldurabilirsin.

İstenmeyen posta göndermiyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun.

Yorum Yapın