Unutuyoruz, unutmaya mecbur bırakılıyoruz. Bazen anılar zihnimizde cirit atsa da dillendiremiyoruz, susuyoruz, susturuluyoruz.
Tarih kitaplarımız, anlatılar, hikayeler, müzeler, kalıntılar, heykeller, idolleşmiş isimlerin tamamı politik olgularla birlikte şekillenir. Toplumsal hafızanın bir parçası olan bu ögeler toplumu oluşturan bireylerin aidiyeti için de toplumun geleceğinin sağlıklı temeller üzerinde kurulması noktasında da önem taşır. Tarih, tahakküm kuran topluluğun bakış açısını yansıtan hikayelerden oluşur. Bir tarafın düşman olarak anlattığını diğer taraftan dost olarak dinlememiz bundandır. Bu durum kadınlar söz konusu olduğunda da geçerliliğini sürdürür. Tarihi anlatılar, hikayeler, müzeler, hatta sanat eserleri toplumsal hafızamızı tekrar tekrar ataerkil bakış açısıyla, bir başka deyişle tahakküm kuran grubun anlatısıyla ele alır. Savaşlarda kahramanlıklarını dinlediğimiz kadınlar bile erkeklerin hikayelerini destekleyici roller oynarlar. Hikayeleri yer bulamayan, görmezden gelinen kimlikler ve gruplar resmi tarihin yer vermediği bu hikayelerde bazen hiç dillendirilmeden unutulur.
Kız çocukları, hikayeleri en çok unutulan belki de hiç dillendirilmeyen, hiç dinlenmeyen kesimlerin başındadır. Kendi çabalarıyla ya da maruz kaldıkları eylemlerle pek çok kayda değer olayın merkezinde olan kız çocuklarının hikayeleri dinlenmeye de anlatılmaya da layık görülmez. Anne Frank’in günlüğü hiç olmasaydı, bize ulaşmasaydı, Nazi Almanyası konusunda ne kadar büyük bir kaynaktan mahrum kalacağımızı hiç düşündük mü? Malala olmadan Taliban’dan, Pakistan’ın yakın tarihinden bahsetmek mümkün mü?
Hepimiz yıllardır birebir yaşadığımız Suriye mülteci krizinin farkındayız, hakkında birçok şey konuşuyor, yazıyor ve dinliyoruz. Ancak ülkemizdeki mültecilerin %70’inden fazlasını kadın ve çocuklar oluştururken biz “savaştan kaçan” erkekleri konuşuyoruz. Savaştan kaçıp sığındıkları ülkede cinsel istismara maruz kalan, satılan, zorla evlendirilen, köle olarak çalıştırılan kadın ve çocukların hikayelerini duymuyoruz. Yıllar sonra tarih kitaplarında yalnızca devletin yaptığı yardımları, verilen hediyeleri göreceğiz ve bugün milyonlarca kadının hayatının merkezindeki şeyler unutulup gidecek. Biz anlatmadığımız sürece.
****
Japonya ordusu, 2. Dünya Savaşı’nın ardından tarih anlatılarına büyük önem vererek bunu bir propaganda aracı haline getirdi. Japonya ordusunun “rahatlatıcı kadınlar” adı altında çevre ülkelerden esir alarak yıllarca cinsel istismara maruz bıraktığı kadınlarla ilgili resmi kayıtlar silindi, tanıklar ve hayatta kalanlar devlet eliyle susturuldu. 1990’larda tarih kitaplarında değinilen konu sağ politikanın yükselişiyle 2000’lerde tamamen kapatıldı. Savaş suçlularının cezalandırılması beklenirken, suçlulara devlet kurumlarında önemli görevler verildi ve böylece mağdurların travması katlanmış oldu. Savaş dönemine dair tüm anılar hükümet kontrolüyle ele alındı, Asyalı binlerce kadını etkileyen bu olay unutturulmaya çalışıldı. Konuyla ilgili konuşmaya cesaret eden mağdur kadınlar ve tanıklara karşılık “kahraman askerlerin” ifadeleri kullanıldı ve yalanlamalar yapıldı. Asya’daki siyasi çatışmaların da etkisiyle bu konunun dile getirilmesi dahi tehdit olarak algılanmaya başlandı.1Meral Akkent, Nehir Kovar “Feminist Pedagoji: Müzeler, Hafıza Mekanları ve Hatırlama Pratikleri” içinde: Mina Watanabe “Sessizliği bozmak, gerçeği ve adaleti savunmak”
Benzer bir durumun Türkiye’nin hep kahramanlıklarını dinlediğimiz Kore Savaşı’nda yaşanmadığına nasıl emin olabiliyoruz? Tek bir kadının bile böyle bir durumla yüzleşmediğini nereden biliyoruz? Tarih kitaplarımız, medya ve sanat bize erkeklerin kahramanlıklarını anlatırken Türkiye’de ve Kore’de savaşın mağdur ettiği kadınlar hakkında ne biliyoruz? Belki bu soruları düşünmek, tarihi dinlerken olayları kadınların gözünden düşünmek aklımıza bile gelmiyor.
Srebrenitsa’da etnik temizlik adı altında tecavüz kamplarında yeni nesil Sırp çocuklar dünyaya getirmeleri için tecavüze uğrayan on binlerce kadının sesleri de duyulmadı hiç. Katliam için yapılan anıt dahi erkeklerin öldürülen erkekleri anmasını sağladı, kadınlara yer verilmedi. Kadınlar soykırıma uğramamış da yalnızca erkeklerin yasını tutmuş gibi bir portre çizildi.2Meral Akkent, Nehir Kovar “Feminist Pedagoji: Müzeler, Hafıza Mekanları ve Hatırlama Pratikleri” içinde: Anna Di Gusto “Srebrenitsa ve Soykırımın Toplumsal Cinsiyet Anlatıları” Srebrenitsa ve Saraybosna’daki iki müzede de erkekler soykırım kurbanı, kadınlarsa annelik rolünü devam ettiren figürler olarak yansıtıldı.
****
Ülkesi, etnik kökeni, dost ya da düşman konumu fark etmeksizin her durumda kadınların savaş ve soykırım anıları, yaşadıkları göz ardı ediliyor veya önemsiz görülerek normalleştiriliyor.3Cockburn, C. (2007). “From Where We Stand”. London: Zed Books. s203 Çünkü tarih yazan iktidarlar kadınların yaptıklarını ve yaşadıklarını anlatmaya değer bulmuyor. Kadınlar yalnızca hikayenin yan rolleri olarak ele alınıyor.
Hepimiz en basit günlük bir olayı bile birinci ağızdan dinlediğimizde önyargılarımızı daha kolay yıkıyoruz, daha kolay inanıyoruz. Ancak kadınların hikayelerini neredeyse hiç birinci ağızdan dinlemiyoruz, sormuyoruz. Böylelikle tarihin yalnızca yarısını ele almış, öğrenmiş oluyoruz.
Elbette toplumsal hafıza yalnızca tarih anlatılarından oluşmuyor. Sanatın her türlüsü de bu yolda yadsınamayacak öneme sahip. Kadınların tarih boyunca sanat araçlarına, gereken eğitime ve diğer faktörlere ulaşımının sınırlı olması dahi bize bu konuda birçok kanıt sunuyor. Ancak sanattaki kadın azlığı asıl olarak hayatın kadın gözünden yorumlanması konusunda bir eksiklikle karşımıza çıkıyor. Aylin Aslım bir röportajında şarkılarını devamlı “kadın gözüyle” yazdığı konusunda eleştirilere maruz kaldığından bahsediyor:
“Biraz fazla kadın bir albüm yapmış” diye eleştirdiler beni.4Gülenay Börekci, Aylin Aslım: “Her kadın büyücüdür aslında”, 11 Ocak 2012, https://egoistokur.com/aylin-aslim-her-kadin-buyucudur-aslinda/ (Erişim tarihi: 1 Ağustos 2020)
Kadın sanatçılar yıllarca eserlerini erkek takma adları kullanarak, kimliklerini gizlemek zorunda kalarak yayınladılar, eserleri ancak o zaman değerlendirmeye ve takdire layık görüldü. Kendi isimleriyle bir şeyler yaptıklarındaysa kendileri oldukları için eleştiriliyorlar. Ataerkil sistem, kadının gözünden aşkı, savaşı, barışı, tarihi, insanlığı yani hiçbir şeyi görmeye tahammül edemiyor, ortadan kaldırıp susturmak için uğraşıyor.
****
Sokakların isimlendirilmesinden şehirlerimizin süsleyen heykellere kadar her türlü detay aslında birer politik simge. Ulus-devletlerin gelişmesinin ardından kamusal alanlar iktidarın ulus için önemli kabul ettiği sembol ve isimlerle donatılmaya başlandı. Bu isimlendirme ve sembolleştirme, halkta oluşması arzulanan siyasal farkındalığı yaratmaya yöneliktir. Böylelikle kimlerin hatırlanacağı, ulus için önem arz edecek anıların nerelere yerleştirileceği dahi belirlenir.5Meral Akkent, Nehir Kovar “Feminist Pedagoji: Müzeler, Hafıza Mekanları ve Hatırlama Pratikleri” içinde: Tijana Jakevlevic Sevic, “Kent Nasıl Hatırlar? : Kentin Toplumsal Cinsiyetin Haritalanmasına Dair Bir Müze Tartışması ”
Özellikle heykeller, kimi zaman binlerce yıl dayanacak kadar uzun ömürlü sembollerdir. Yöneticiler, siyasi ve askeri güçler tarafından iktidarı ve sahip olduğu gücü sembolize ederek dikilirler. Bu nedenle yerleştirilmeleri, şehirde bulundukları konum, işaret ettikleri yön gibi birçok detay önemlidir. Bir başka deyişle heykeller patriyarkanın reklam aracı görevi görürler.6Meral Akkent, Nehir Kovar. “Feminist Pedagoji: Müzeler, Hafıza Mekanları ve Hatırlama Pratikleri”, İstanbul, 2019, s61 Örneğin, Güney Kore, İkinci Dünya Savaşı’nda seks kölesi olarak kullanılan kadınları anmak için yapılan heykeli Japonya Konsolosluğu’nun tam karşısına dikerek Japonya’ya ve tüm dünyaya mesaj veriyor ancak bu kadınların hikayelerini duyurmak için hiçbir şey yapmıyor.
Dünya genelinde kadın heykellerinin sayısal olarak %3 gibi küçük bir orana sahip olduğu ve var olan heykellerin de kamusal alanların merkezlerinde bulunmadığı görülür.7Meral Akkent, Nehir Kovar. “Feminist Pedagoji: Müzeler, Hafıza Mekanları ve Hatırlama Pratikleri”, İstanbul, 2019, s65 Çoğu kadın heykeli de belli bir öneme sahip kadınların değildir; isimsiz, melek veya tanrıça gibi semboller ve kadın cinselliğine yönelik estetik unsurlardan ibarettir. Kadın hikayelerinin, deneyimlerin ve başarılarının ataerkil devletler için önemsiz görülmesi, yansımalarını heykeller ve sokak isimleri gibi günümüzün sıradan parçalarında bile bulur. Yalnızca ataerkil iktidarın izin verdiği kadınlar kamusal alanda sembolleştirilir ancak bunlar da çoğunlukla yalnızca yapılmış olmak için yapılarak ara sokaklara atılır. Kimi kadın heykelleri müstehcen bulunarak tahrip edilir kimi ise cinsel saldırılara hedef olur. “Heykeli dikilecek adam!” diye iltifatlar edilir ancak tarihe damga vursa dahi heykeli dikilmeye layık kadın bulunamaz!
Sosyal medya üzerinden paylaştığımız hikayelerimiz, kendi kendimize konuştuğumuz günlüklerimiz bile aslında bu konuda çok kıymetli. Özellikle #MeToo hareketi gibi sosyal medya akımları, kadınların hikayelerinin birinci ağızdan dinlenmesini sağlayarak insanları üzerinde düşünmeye teşvik ediyor. Kadınlar birbirleriyle bu konular üzerinden bağ kurarak hikayelerini anlamlandırıyor ve seslendiriyor.
Medyanın her türlüsünde yüzleştiğimiz sansür ve kısıtlamalarla, bugünümüzün dahi iktidar tarafından şekillendirilmeye çalışıldığı günümüzde, kadınlar olarak hem bugünümüzün hem tarihimizin hikayelerini diri tutmak, her daim dillendirmek için elimizden geleni yapmak boynumuzun borcudur. Bireysel olan politiktir; bu sebeple hepimizin hikayeleri, deneyimleri unutulmayacak, göz ardı edilemeyecek, üstü örtülemeyecek kadar kıymetli. Aksine hepsi tekrar tekrar daha yüksek sesle hafızalara kazınmalı.
Hatırlamak zorundayız elbette. Tarihin yazmadığını, faillerin inkar ettiğini, hükümetlerin üstünü kapattıklarını. Kadın köle pazarlarını, küresel seks ticaretini, savaş ve barış zamanı yaşanan tecavüzleri, kadına karşı şiddeti, Kaz Dağları ve HES için en önde mücadele eden kadınları ve daha nicesini. Hatırlayacağız, anlatacağız, eril tarihin unutturmak istediğini biz haykıracağız.
*Kapak görseli: Rappler.com “Cayetano: Japan ties at stake over comfort woman statue” – https://rappler.com/nation/cayetano-japan-relationship-comfort-woman-statue-manila-bay
* Pinhani – Ben Nasıl Büyük Adam Olucam (İnandığın Masallar) / Söz-Müzik: Sinan Kaynakçı
Referanslar
- Cockburn, C. (2007). “From Where We Stand”. London: Zed Books. s203
- Gülenay Börekci, Aylin Aslım: “Her kadın büyücüdür aslında”, 11 Ocak 2012, https://egoistokur.com/aylin-aslim-her-kadin-buyucudur-aslinda/ (Erişim tarihi: 1 Ağustos 2020)
- Meral Akkent, Nehir Kovar. “Feminist Pedagoji: Müzeler, Hafıza Mekanları ve Hatırlama Pratikleri”, İstanbul, 2019.