AkışRöportaj

Tanıl Bora’yla Nostalji Üzerine Kısa Bir Sohbet

Ulaş Bager Aldemir: Adsız Sansız Bir Jude’da şöyle bir pasaj vardır: “Toprağın üzerindeki taze tırmık izleri yeni bir fitilli kadife kumaş parçasının üzerindeki çizgileri andırıyor, bu geniş açıklığın başka bütün anlam özelliklerini elinden alıp ona yalnızca pis ve faydacı bir anlam yüklüyordu ve son birkaç aydan geriye giden bütün tarihinden yoksun bırakıyordu.” Jude Fawley’nin bir mısır tarlasını dolaştığı sırada okuduğum bu satırlar bana Komünist Manifesto’daki “Katı olan her şey buharlaşıyor” tespitini hatırlatmıştı. Bütün tarihsel ilerlemeciliğine rağmen, Marx’ın bazı yazılarında kapitalizme karşı romantik bir tepkiyle karşılaşırız. Evet, Marx “Geçmişin karabasan gibi üstümüze çökmesinden” de söz eder ama bu, geçmişin büsbütün değersizleştirildiği anlamına gelmez. Öte yandan kapitalizmin hafızayı parçaladığını da ‘hatırlarsak’, sizce nostaljinin siyasal değeri nedir?

Tanıl Bora: Dediğiniz gibi bizzat Marx’ın eserine de baktığımızda, yüzünü tamamen geleceğe dikmiş bir “ilerlemecilik” ile insanlığın kadim tarihinde kök arayan “romantik” bir sosyalizm veya komünizm özlemini ayırt edebiliriz. İlerlemecilik, tasavvur edilen sosyalist bir düzenin ancak üretici güçler bolluğa ve zorunlu çalışmayı gerektirmeyecek bir gelişme seviyesine ulaşınca, başka bir deyişle kapitalizmin kemale ermesiyle, kurulabileceğini söyler kabaca. Yani ütopya, ilerde (yakın gelecek de olabilir bu) ulaşılabilecek bir zirvedir. İlk defa, yeni çıkılacak, keşfedilecek bir zirvedir. Bu kastettiğimiz anlamda, “ilerlemeci” olmayan romantik sosyalizm-komünizm ise, sosyalizmin-komünizmin ilk cevherini, ilk insanda arar. İnsanın beşeri varlık olarak ilk oluşumunda, ilkel komünal denen üretim ve toplum düzeninde, sömürüsüz, eşit ilişkilerin tecrübesi yaşanmıştır. İnsanın kolektif bilinç dışında, rüyalarında, birtakım masallarda, destanlarda, mesellerde, dini deneyimlerde vs., o tecrübenin izi süregelir. Yani adeta insanın fıtratında bulunan bir sosyalizm-komünizm cevheri vardır bu bakışa göre. Metafizik mi demeli, çok uzak, dolaylı deneyimden, hatıradan bile daha uzak bir zamana yönelmiş bir nostaljidir bu. Ütopyayı içinden çıkartan bir nostalji, diyebiliriz! Veya içinden ütopya çıkartan bir nostalji. Tabii bu ilerlemeci-romantik ayrımı böyle saf haliyle bulunmaz her zaman, birbirine karışabilir. Orta yolculuk yaparak, bu ikisi arasındaki gerilimin verimli olduğunu, bundan akıl ve enerji devşirebileceğimizi düşünürüm.

Tabii Enzo Traverso’nun “sol melankoli” kavramı etrafında yürüttüğü tartışmayı unutmayalım. Malûm, isyankâr ve mütefekkir bir melankolinin ‘faydasına’ eğilir Traverso. Geçmişi hüzünle anıp ahlanıp vahlanmak yerine, geçmişle ders çıkarmak için, yenilgiden öğrenmek için, başarıyla yapılmış olandan emsal almak için meşgul olmak… Yitenin farkında olarak… Hiçbir şeyin aynı kalmadığının, devranın dönüyor olduğunun hep bilincinde olarak.

Ulaş Bager Aldemir: Cereyanlar adlı eserinizde, Modernizmi zamanla kurduğu ilişki bağlamında “trajik” ve “heroik” olarak ikiye ayırmış ve Türk Modernleşmesi’nin “heroik” olduğunu belirtmiştiniz. Sanırım Türkiye siyasasının bütün serüvenini geçmiş ve gelecek tahayyülleri arasındaki gerilim üzerinden okumak mümkündür. Türkiye’nin bugünkü “ahval ve şerait”i bağlamında soracak olursam, sizce bizim nasıl bir zaman anlayışına ihtiyacımız var?

Tanıl Bora: Bir yerde okumuştum… Etno-dilbilimci Daniel Everett’in Amazonlarda “keşfettiği” bir yerli topluluğun dilinde geçmiş ve gelecek zaman kipi yokmuş, sadece şimdiki zaman varmış. Yani geçmişte olandan söz ederken de geleceğe dair konuşurken de, şimdiki zamanda söylüyorlar. Aktaran, “dünyanın en talihli halkı” yorumunu yapıyordu; öyle ya, gelecek endişesi yok, geçmişin yükü yok… Biraz “egzajere” edeyim – eski kuşakların Fransızcadan nakletmeyi sevdiği kelimeyle – günümüzde de bir ezeli-ebedi şimdiki zaman kipinin geçerliği olduğunu düşündüren bir hal yok mu? Zamanın çok süratlenmesi, uyaranların fazlalığı (sinema, dizi, video vd. fiksiyonlar dahil), dijital iletişimin kaotik etkisi ve saire… zamanı “düzleyen” bir etki yaratıyor. Geçmişle ve gelecekle aramızdaki mesafe, prekarize oluyor, aşırı esniyor, güvensizleşiyor, kırılganlaşıyor. Tabii buna, ütopyasızlığın, geleceğin “düzleyen” etkilerini de ekleyin. Velhasıl, tarih bilincinin – kimde ne kadar nasıl vardıysa! – berhava olduğu zamanlar… Bana, tarih bilincini tahkim etmek önemli görünüyor. Devamlılıkları düşünmek, kopuşları dahi içinden çıktıkları devamlılıklar içinde düşünmek… Ütopyaya ve Ernst Bloch’un “öngörücü tasavvur”uyla birleşmiş umut ilkesine alan açmak…

Fotoğraf: Said Dağlı

 

Bu yazıya referans verin: Ulaş Bager Aldemir (23 Nisan 2022), "Tanıl Bora’yla Nostalji Üzerine Kısa Bir Sohbet", Nimbus, Erişim tarihi: 30 Eylül 2023, http://nimbuskultursanat.com/akis/tanil-borayla-nostalji-uzerine-kisa-bir-sohbet/.
 

Selam 👋
Seni Nimbus'ta gördüğümüze çok sevindik!

Nimbus'ta yayınladığımız içerikleri düzenli aralıklarla posta kutunda görmek istersen, formu doldurabilirsin.

İstenmeyen posta göndermiyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun.

Yorum Yapın